O dönemin askerî komutanlarından biri, Sivas’ta yaşayan ve putperestliğin ateşli savunucusu olan Agricola idi. Onun denetiminde 40 Kapadokya’lı cesur asker bulunuyordu ve bu gruptaki askerler pek çok savaşta başarı göstererek diğer askerlerden farklı olduklarını kanıtlamışlardı. İseviliği benimsemiş olan bu askerler, pagan ilahlarına (putlara) kurban sunmayı kabul etmeyince Agricola tarafından hapse atıldılar.

Ertesi sabah askerler yeniden Agricola’nın huzuruna çıkarıldılar. Bu sefer pagan Agricola tatlı dil ile askerlerin gönlünü çalmayı denedi. Onların başarısını, gençliğini ve kuvvetini överek onlardan Mesih’i inkâr etmelerini ve böylece imparatorun saygı ve sevgisini kazanmalarını istedi.

7 gün sonra ünlü yargıç Licius, Sivas şehrine ulaşıp 40 askeri mahkemeye çıkardı. Azizler büyük bir kararlılıkla “Sadece askerî rütbelerimizi değil, hayatlarımızı da alın; çünkü bizim için hiçbir şey Mesihten daha değerli değildir” dediler. Bunun üzerine Licius, görevlilerine bu azizleri taşlamalarını emretti”. Ertesi gün yargıç, sorgulama işlemini işkencecinin eşliğinde yineledi; ancak askerler isteklere boyun eğmediler.

Kış mevsimiydi ve hava buzlanma derecesinde soğuktu. askerler sıraya dizilip şehre yakın olan bir göle atıldılar ve onların sudan çıkmasını engellemek için de nöbetçi askerler belirlendi. Azizlerin direnişini kırmak için göl kıyısına sıcak banyo odası yerleştirildi. Gecenin birinci saatinde soğuk dayanılmaz boyuta ulaştığında 40 askerden biri banyo odasına koşmak için sudan çıktı; ancak eşiğe ulaşır ulaşmaz düşüp can verdi. ( Bir diyer rivayette şöyle geçer.gölden çıkan ‘ kişinin yerine orada bekleyen Romalı askerlerden biri iman edip elbiselerini çıkarıp gölden çıkan kişiye giydirip kendisi suya girmiştir’)
. 40 azizi gözleyen Aglaius dışındaki tüm nöbetçi askerler uykudaydı. Aglaius hemen diğer nöbetçileri uyandırdı ve üniformasını çıkarıp onlara “Ben de bir iseviyim” dedikten sonra göldeki 39 askere katıldı. Suda durup şöyle dua etti: “Rab Tanrı, bu askerlerin inandığı gibi Sana ben de inanıyorum. Beni de onların arasına kat ve hizmetkârlarınla birlikte acı çekmeye layık kıl.
Sabah olduğunda işkenceciler gelip de şehitlerin hala sağ olduklarını ve nöbetçi askerlerin başında bulunan Aglaius’un da onlarla birlikte Mesihe inandığını görünce büyük şaşkınlık yaşadılar. Askerleri sudan çıkarıp onların ayaklarını kırdılar. Bu korkunç infaz sırasında en genç asker olan Meliton’a annesi yalvarıyor ve ondan hayatını kaybetmemesi için imanından vazgeçmesini istiyordu.

Şehitlerin bedenlerini bir at arabasına yükleyip yakılmaya götürdüler. Genç Meliton daha nefes alıyordu ve işkenceciler onu yerde bırakıp gittiler. Annesi, Meliton’u yerden kaldırdı ve omuzlarında taşıyarak at arabasının peşinden gitti. Meliton son nefesini verdiğinde de onun bedenini onunla aynı acıları çeken arkadaşlarının cesetlerinin yanına koydu. 40 azizin bedenleri ateşe atıldı ve İseviler alamasın diye onların kömürleşmiş kemikleri bir göle fırlatıldı.